Kota sistemi şayet büyük partiler tarafından müdahale edilip bir maşa veya yedek lastik gibi kullanılmasaydı aslında bu bölgede yaşayan Türkmenler için çok güzel bir fırsat ve güzel bir demokrasi armağanıydı.

Nitekim kota sistemi kabul edilir edilmez evvela KYB, kendine yakın isimleri oraya dönemine uygun bir yöntemle parlamentoya soktu nitekim zaman içerisinde işler daha da ciddi bir hale geldi ve bu 11 sandalye geri kalan 100 sandalyeye bedel bir kıymet arz etmeye başladı.

Bunun için ise KDP daha da ileri gidip ITC’den bazı kişileri ister para ister koltuk vaatleri ile kendisine çekip küçük partiler bir diğer deyişle kukla partiler kurmaya başladı.

Ancak başlarda bu o kadar da önemli değildi çünkü iki büyük parti fifty fifty her şeyi paylaşıyordu, parlamentonun veya sandalyelerin pek de önemi yoktu.

Nitekim zaman geçtikçe biri “daha güçlü, daha çok oy alıp tek başına iktidar olacak” sinyalleri verilince, diğer taraftan da güçlü olarak bilinen KYB ve Goran’ın liderleri hayatını kaybedince, işlerin seyri değişti. İşte o çok önemsenmeyen kukla kotalar meselesi de kıymet arz etmeye başladı.

Çünkü KDP istediği kararı kotayla birleşerek meclisten çıkarmayı başarıyordu. Bu durum sadece parlamento içinde değil, il meclisi içerisinde de net bir şekilde etkisini göstermeye başladı.

Örneğin en son Erbil Valisi’nin il meclisinden onay alması özellikle Türkmen kotalarının desteği ile oldu olmasaydı vali bile seçilemezdi. Buna benzer onlarca örnek daha verilebilir.

Kukla kotaların bir diğer görevleri ise halk içerisinde yer edinmiş, halkın gönlünde vicdanında yer edinmiş köklü partileri dışlayıp onları “başka ülkelere hizmet eden partiler” olarak göstermesi ve halkı korkutup bu partilere mensubiyetin ajanlık suçu olduğunu vurgulamasıydı.

Bu gerekçe ile de 2005 yılında bir takım mazeretler bulup, bölgede her şeye rağmen güçlü bir Türkmen partisi olan ITC’ye el koydular, bir diğer adıyla “DARBE” yöntemiyle bu partinin tüm bürolarına el koydular. Yeni bir isim ile partinin televizyonuna, radyosuna, arşivine hatta ve hatta tüm malzemelerine haksız bir şekilde el koyup ITC’yi Erbil’den tamamen sildiler.

ITC 2011 yılında ufaktan ufaktan adeta sıfırın altında başlayarak yeniden Erbil’e geri döndü. Bir avuç insan eski bir bina kiralayıp, maviye boyayarak kendi çaplarında çalışmaya başladılar.

Nitekim bu ITC 7 yıl önceki ITC değildi. Bölgeyi anlayıp bazı şeyleri kabullenip siyasi sahaya geri dönmeye çalıştı.

O tarihten sonra ilk kez bölgesel seçimlere katıldı. İşte bu katılım kukla partiler için bazı endişeleri beraberinde getirdi ve oy devşirmelerin artırılmasına mecbur kıldı.

Bu oy devşirmeleri ise özel oylamada söz konusu partilere önceleri 5 bin daha sonraki seçimlerde 2 bin gibi bir oy ayrılarak devşirilmeye gidildi.

İktidara ne kadar yakınsanız o kadar milletvekili veya yetki, koltuk, konum alıyordunuz.

Peki ITC nasıl parlamentoya girdi?

Tabii ki de Türkiye’nin girişim ve isteği üzere son seçimlerde ITC’ye hep 1 koltuk tahsis edildi. Bu koltuğun da her zaman akıbeti Türkiye ve IKBY ilişkilerine dayanıyordu ve kanımca hala da öyle.

Ancak bir gerçek son yıllara kadar devam ediyordu. ITC’ye oy verilmese de veya oy vermekten çekinilse de Türkmenleri temsil eden partinin ITC olduğuydu.

Nitekim son seçimin ardından bu algıyı kırmak için bazı şahsi ilişkiler ve hatta çıkarlar kullanılıp, ITC’yi de kuklalaştırma girişimleri başladı.

Bunun patlak verdiği ve göze battığı olay ise parlamentoda KDP’nin İslami partilerden birine mensup vekilin dokunulmazlığının alınması için oylamaya geçilmesini istemesi ve bu konuda hiçbir şekilde taraf olmaması gereken kota vekillerin buna destek vermesi, özellikle de ITC’nin bu hususta oy vermesi oldu.

Bu günlerce gündem olduktan sonra artık kota sisteminin muhalefeti ve diğer tüm partileri etkilediği ortaya çıktı.

O günden itibaren de hiç gündemden düşmedi ve her fırsatta KDP’yi bu müdahalelerle suçlamaya başladılar.

Öyle ki, KYB “biz artık KDP’nin 11 koltuk garanti kazanarak seçime gireceği bir seçimi kabul etmiyoruz” diyor.

Peki KYB ne istiyor?

KYB’nin isteği belli, her şeyde olduğu gibi kotadan biz de payımızı isteriz diyor. Yani onun da derdi iddia ettiği gibi Türkmenler ve Hristiyanların kendisini temsil etmesi falan değildir.   

Asıl mesele ise bu kavgada ITC’nin ne yapacağıdır?

Şöyle ki, ITC’ye darbe yapmış ITC’yi yıllarca ajan olarak görmüş ve böyle lanse etmeye çalışmış kesimler, şimdi ITC ile yakınlaşıp kendisini meşru kılma peşinde.

Üstelik bunu da yaparken liderliğin kendilerinde olacak şekilde yapmaları en ilginci.

ITC bu durumu iyi değerlendirmelidir. Aksi durumda kuklalarla aynı kefeye sokulup tüm itibarını da kaybetmeye mahkûm kalacaktır.

Evet bir birleşme olsun ve affedici davranılsın. Yeni sayfa açılıp hareket edilsin nitekim tüm bunların ITC öncülüğünde olması gerekir aksi durumda ITC’nin bu kez de statüsüne yönelik bir darbe gerçekleşecektir.

Evet birlik ve beraberlik olsun, bu birliğe en çok da kotaların ihtiyaç duyduğu dönemdeyiz. O zaman ITC her adımı iyi değerlendirerek atmalı ve ona yıllarca kaybettirdikleri şeyleri geri kazanmalıdır.

Örneğin ilk iyi niyet göstergesi olarak bu sürece televizyon, radyo ve arşivini geri alarak başlaması mümkündür.

Şimdi sevgili okur bu hızlı özetten sonra sormak isterim, sizce kota başlarına bela mı oldu?..