Amaçlarımız bizi nereye götürür, ne kadar götürür, nasıl götürür bilemeyiz. Kimi zaman gözümüzü hırs bürür ve körü körüne onun için savaş veririz. Öyle ya da böyle elbet 1 gayemiz olur ve netice alırız. Bize göre bir amacın peşinden gitmek, hele ki ana fikir ufak da olsa fayda sağlamaksa bir kitleye, başarılı olsak da olamasak da ziyanda kalmayız. Bu tıpkı bir hikayenin tesiriyle kaleme alınmış şiire, bir olguya ithafen yapılmış besteye veyahut boyalarla süslenmiş bir tuvale benzer. Ana fikir ne olursa olsun, sonucunda öyle ya da böyle bir gelişim, ders ve lehimize bir netice verir. Hayal kurmak basit görünür ancak mimarı yaratıcılık olmadığı sürece sanat eserine dönüşmez. Henüz hayallerin dahi sığ olduğu bir yerde, hedefler de küçüldükçe küçüldü. Öyle ki, kendi başına kendi elinle inşa edebileceğin bir kumdan kaleyi dahi kova olmadığı için yapmaktan vazgeçtin. Bu "hayaller ve hayatlar" odaklı bir kamu spotu değil. Bizler hayallerimizi geniş tutalım ki hedeflerimize yer açılsın. Realist bir düşünceyle ilerleyecek olursak, gerçekleştiremeyeceğimiz hayaller kurmak da hayalperestliğe gider. Bizi biz yapacak olan hedeflerimiz oluyor yine.

Hedef neydi? Türkçe eş anlamını sormuyorum. Yerinden kalkıp "ben bunu bu şekilde yapacağım, bir şekilde böyle görünmesini sağlayacağım" dediğin olgu seni nereye götürür? Hedef; boya, duvar kağıdı, mobilya ve dekorasyon eşyalarıyla süsleyip "başardım" diyebileceğin bir evin odası kadar sığ değildir. Sabır, sevgi ve yaratıcılığınla konsantre bir şekilde ekip biçip büyüttüğün bir bahçe kadar canlıdır. Bir bahçeyi güzelleştirmek istediğinde toprağından fidanına, suyundan gübresine kadar ilmek ilmek işlemelisin. Olumsuzluklar elbet olur. Kimi zaman kavurucu sıcaklar, kimi zaman göl haline getiren yağmurlar, ağaçlarını sarsan rüzgarlar ve belki de böcekler... Ama hedefin güzel ve sürdürülebilir bir bahçeye sahip olmaksa, mevsimlere suç atar mısın? Yahut yaşadığımız coğrafyadan örnek verelim, bu denli muhteşem imkanlara sahip olup da hala böyle gülünç olumsuzluklar yaşadığımıza göre, sular kesik diye sen bahçeni inşa etmeyi bırakır mısın? Bu bahçe, senin emeğin, yaratıcılığın, sınırsızlığın, güzellik anlayışın, söz hakkın, hayal gücün ve sabrının meyvesi olacak. Ki bunlar benlik değerlerindir. Sen benliğinden, kendinden sırf birkaç olumsuzluk oluştu ve "devlet su vermiyor, n'apalım" diye bir hışımla geçer misin?

Amaçlarımızın yolunda elbette insanlara ve yardımlarına ihtiyaç duyarız. Ancak bu ne denli yolumuzda kalıp kalmamamızı yahut ilerleme durumumuzu etkileyebilir ki? Alan bizim, amaç bizim, güç öyle ya da böyle var, düşünme sanatını zaten Rabbim nefes alan çoğu canlıya nasip etmiş... Peki neden çevresel etkenler yolumu etkilesin? Tıpkı o küçük bahçe gibi, hedefimiz bizi aşıp bizden sonrakilere de umut olacaksa bizi durduran şey ne olabilir? Veya bu hedefi belirlerken ne istedik? "Bu zorlukları biz çekelim, hem günü kurtaralım hem de bizden sonrakilere yarar sağlasın" görüşüyle mi yol aldık? Evet ise, kişinin belki de "kutsal" diyebileceği bir gayeyi takip etmek, bize ne gibi olumsuzluklara mâl olabilirdi ki? Size kısa bir hikayeden bahsedeyim, tabi çeşitli yorumları, tabirleri ve anlatımları vardır. Ben yâdıma iliştiği kadarını paylaşacağım; bir kral nice kervanların en sık kullandığı yola kocaman bir kaya yerleştirtir ve o yolu kullanan insanların kaya engelini nasıl aştığını takip eder. Geçenler, ya sağından ya solundan ya da üzerinden geçmek için yol bularak durumu kurtarır. Ancak bir gün delikanlının birinin yolu düştüğünde o bölgeye, kayanın kendisi gibi geçenlere engel olduğunu görür. Var gücüyle kayayı yolun ortasından çeker ve engeli ortadan kaldırır. Derken o devasa görünen engelin bulunduğu yerde bir kese fark eder. Keseyi açıp baktığında içinin altınla dolu olduğunu ve kralın bu keseye bıraktığı notu görür. Notun üzerinde şöyle yazıyordur; "Bu altınlar, kayayı yoldan çeken kişiye aittir." Ne anladık bu kıssadan? Amaç neyse sonuç öyle ya da böyle olur. O delikanlı, gördüğü engeli aşmayı, onu tamamen ortadan kaldırmak olarak kabul etti. Bir başka düşünceyle, bu engelin onu ve halkı olumsuz etkilediğini gördü. Buna nice tabirler uyar. Ancak sonuç itibariyle bir engeli "tamamen ortadan kaldırdı" diyebiliriz değil mi? Peki şöyle düşünelim; o delikanlı, "bu kayayı kimse çekmemiş, ben niye çekeyim?" veya "Bu ne biçim bir kaya, biri gelip çekse de kurtulsak" diye düşünmüş olsaydı, o altınları elde eder miydi?

Madem ki bir engeli aşabilecek gücümüz ve kuvvetimiz var, o zaman üzerimize düşen de onu bir şekilde aşmak olur. Elbette her sorunu, engeli veya sıkıntıyı aşabilecek güce sahip olamayabiliriz, lakin elimizden gelenin “en iyisini” yapmamak da bizim kabahatimizdir. İyi o zaman, peki biz nasıl çalışıyoruz? Neyi nasıl yapıyoruz? Söz konusu birilerinin gördüğü olunca atom karınca, ama kimsenin olmadığı yerde ise ağustos böceği mi oluyoruz? Bu tıpkı bir kitabı sadece sosyal medyada paylaşım yapmak için alıp ön sözünü dahi okumamaya benziyor. İnsanlar bizim o kitabı okuduğumuzu zannededursun, peki biz bilgilendik mi? Yanıtı biliyorsunuz. Engeli aşınca ders alan da, deneyim kazanan da, başaran da biz oluyoruz. Varsın takdir edilme, ne yaptığını bilmesi gerekenler elbet bilir. Kimse bilmese bile sen bilirsin. O yüzden şov olsun diye değil de gerçekten başarmak için çalışmalıyız değil mi? Tabii bu cümleyi onaylayarak okuyup sonrasında aynı aciz tavırlara bürünüyorsan zaten yerinden kalkmana levazım yok.

İşimizi kendimiz halledebiliyorken bir başkasından medet umuyorsak, ne kadarı kendi başarımız olacaktır? Bu duvarın renginin değişmesi gerekiyorsa boya. Çay demlemen lazımsa ocağı çalıştır. Masanı temiz bulmuyorsan sil. Bu oda karanlıksa perdeleri aç. Yani sen olumsuz görüyorsan, düzelt. Başkası değil, sen yap. Yap ki, adımlarının kıymeti olsun. Bir söz vardı; “Güzel yaşa ki; bu ömür, yaşadığına değsin.” Başarmak daima herkes için başarılı olmak değildir, kişinin tek rakibi kendisidir. Kendini her aştığında bir başarı daha yazıyorsun hanene. Ve dostum, bunu “kendin” yapmayı denediğin gün başarıyorsun. Bir başkası değil, kendin.

Peki siz bu hikayenin neresindesiniz?

Siz yerinizden kalkıp elinizden geleni yapıyor musunuz? Yoksa ilk düzlükte acizce yakınıyor musunuz? Siz de bunu yapıyorsunuz. İlla ki bir el uzatılsın, biri yardım etsin, bir destek gelsin diye bekliyorsunuz. Neden peki? Gücünüz mü yok? Lafa gelince "ben yaptım, ben başardım" demeyi hak bilen dilinizi konuşturan güç, iş ellerinize gelince neden bitiveriyor? O dilimiz, attığımız ufacık bir adımı toplumsal bir başarıymış gibi lanse edebiliyor. Ancak ne hikmetse bir engeli ortadan kaldırmak mevzu bahis olunca ağır geliyor. Nedeni ise muamma. Biz o dilimizle kolayca dizayn ettiğimiz odaları, emek dolu bahçelermiş gibi anlattık. Günün sonunda çok konuşan birer zavallı gibi de evlerimize döndük. "Nedenleri" ve "Nasılları" da çevresel etkenleri suçlayarak yanıtladık. "Biz istedik ama yaptırtmadılar" gibi bahanelere sığındık. Bir bahçeyi inşa etmeyi bırak, ona bağlı avluyu temizlemek için dahi "kime demeli hocam" diyerek isyanlara büründük. Ne aciz, ne trajik hatta trajikomik... Ben sorayım o zaman size; bu zihniyetten kurtulmak için kime demeli? Ne demeli? Boşuna düşünmeyin, böyle yakındıkça ufukta yanıt görünmez.