Bir milletin varlığı ve geleceği, yalnızca kültürel değerlerine değil, aynı zamanda tarihine, diline, toprağına ve bütünlüğüne sahip çıkmasıyla mümkündür. “Milletine sahip çıkmayanlar kimliksizliğe mahkumdur” ifadesi, millet olmanın tüm yönlerini kapsayan güçlü bir uyarıdır. Bu söz bize, kim olduğumuzu unutmamamız ve değerlerimizi korumamız gerektiğini hatırlatır. Aksi halde, sadece kültürel kimliğimizi değil, toplumsal, siyasi ve manevi varlığımızı da kaybetme riskiyle karşı karşıya kalırız.
Bir milletin kimliği, onun toprağına duyduğu bağlılıkla, tarihine sahip çıkma bilinciyle, ortak hedeflere yönelik dayanışmasıyla ve birlik olma ruhuyla oluşur. Toprak bir milletin evidir; tarih ise o evi nasıl kurduğumuzun hikayesidir. Eğer bu temelleri unutur ya da göz ardı edersek, kimliksiz, köksüz ve başkalarının etkisine açık bir toplum haline geliriz. Kimliğini kaybetmiş bir millet, sadece kendi içinde bölünmekle kalmaz; dışarıdan gelen etkilere de açık hale gelir ve bağımsızlığını yitirme tehlikesiyle yüzleşir.
Bugün, dünyada hızla değişen siyasi dengeler ve kültürel etkiler altında milletler olarak kendi değerlerimize sahip çıkma sorumluluğumuz çok daha kritik bir hale geldi. Elbette, dünya ile uyumlu olmak, farklı kültürlerden öğrenmek kıymetlidir; fakat bu uyum ve öğrenme süreci, kendi kimliğimizden, kendi değerlerimizden ödün vererek değil, tam aksine, onlara daha sıkı sarılarak gerçekleşmelidir.
Sonuç olarak, bir milletin sahip olduğu kimlik, yalnızca kültürel değerlerle değil; dil, tarih, toprak ve ortak değerler gibi tüm bileşenlerle şekillenir. Geçmişten gelen bu değerleri unutursak, bir gün geçmişin değil, geleceğin bizi unuttuğunu görebiliriz. Bu yüzden her birimiz, millet olarak bütünlüğümüze ve kimliğimize sahip çıkarak, güçlü bir yarına adım atmalıyız. Kimliğine sahip çıkmayanlar, gelecekte yer bulmakta da zorlanır.