Hem kültürel hem de ekonomik açıdan büyük bir öneme sahip olan bu şehir, Osmanlı'nın geniş sınırları içinde önemli bir ticaret ve kültür merkezi haline gelmiştir. Musul'un Osmanlı yönetimine katılması, sadece askeri bir zaferin değil, aynı zamanda halkların ve toplumların birbirine yakınlaşarak kaynaştığı bir dönemin başlangıcını simgeler.

Musul’un tarihsel derinliğine ışık tutan TEBA tarafından hazırlana Musul belgeseli, şehrin Osmanlı dönemiyle olan bağlarını, bölgedeki etnik ve kültürel yapıları ve Osmanlı'nın Musul’daki ekonomik ve toplumsal etkilerini derinlemesine incelemektedir.

Modern ve Çağdaş Türk Tarihi Uzmanı Dr. Hamid Muhammed Taha El-Suveydani, “Musul 1515 yılında Osmanlı egemenliğindeydi ancak Musul'un tam kontrolü 1534'te Kanuni Sultan Süleyman Bağdat'ı ele geçirdiğinde başladı. Böylece Osmanlılar şehrin tamamında askeri sistem oluşturmaya başladı.” dedi.

Osmanlı dönemindeki Musul’dan söz eden Suveydani, “Yani bir yönetim sistemi zorunlu kılındı. Osmanlı döneminde yönetim ve idare sistemi liderlerden, tımar ve özelden oluşuyordu. Osmanlı İmparatorluğu Musul'u böyle yönetiyordu.” ifadesinde bulundu.

Suveydani, “Musul halkı ve Araplar genel olarak idarelerini Osmanlı devletine teslim etti. Osmanlı İmparatorluğu'nun hükümdarlığına rıza gösterdiler. İslam adına yönetilen bir İslam devleti olduğuna inandılar, ikna oldular. Arapların iyi niyeti ve Osmanlı ile aralarında bir köprü kuracaklarına inanmaları, tarihçi ve yazarlar arasına da sirayet etmiş, böylece ‘Osmanlı kontrolü’ terimi kullanılmaya başlandı.” diye konuştu.

Osmanlı İmparatorluğu Tarihi Uzmanı Dr. İmad Abdulaziz Yusuf, “Musul'un kontrolü 16 YY’da başladı ve 18. YY’da sona erdi. Yani Musul’un tamamı 18. YY’da Osmanlı Devleti’nin kontrolüne girdi. Ancak eyaletlere, kaza veya sancaklara ayırma hususu olmadı. Söz konusu bölmeler 1534’te Kanuni Süleyman’ın gelişine kadar uzadı. Bağdat’ı kontrol altına alınca Musul'u idari olarak ayırdı.” açıklamasında bulundu.

“Musul vilayeti dediğimizde büyük bir vilayetten söz ediyoruz bugünkü Musul gibi düşünülmesin. Öyle ki bazı dönemlerde Şarazur bölgesi yani şimdi Süleymaniye dediğimiz bölge Musul’a bağlıydı.” diyen Yusuf sözlerini şu şekilde sürdürdü:

“Kimi zaman Osmanlı devleti yani Osmanlı Sultanı bir kanunname ile Şarazur’u Bağdat vilayetine bağlıyor. Bazen de kısa süreliğine tek başına Şarazur vilayeti oluyordu. Ancak esas vilayetler herkesin bildiği gibi Bağdat, Basra ve Musul’du. Söylemeye değer ki bazı dönemlerde Musul da Bağdat vilayetine bağlanıyordu ama bu kısa süreliğineydi. Öyle ki Diyarbakır ve Rakka bölgeleri de Musul vilayetine dahildi. Musul vilayeti şimdiki tanım gibi değil çok büyüktü. Erbil, Duhok ve hatta Kerkük Musul vilayetinin bir parçasıydı.”

Dr. İmad Abdulaziz Yusuf ayrıca, “18 Ekim'de İngiliz birlikleri Fetha bölgelerine ulaştı, yani Şarkat vs… bölgeleri dediğimiz bölgeler ve Mondros Ateşkes Antlaşması ilan edildi. Uluslararası hukuka göre ateşkes ilan edildiğinde ordular neredeyse orada durmak zorundadır.  Yani Musul’a İngilizler henüz girmemişti. O zaman Musul’un Osmanlı’da kalması gerekiyordu. Ancak İngiliz ordusu ilerlemeye devam etti kimi kaynaklar 20 gün kimi kaynaklar 16 gün bazıları da 26 gün sonra İngiliz ordusunun Musul'a girdiğini yazıyor, böylece Osmanlı geri çekiliyor, halk o dönem iki kısma ayrıldı bir kısmı Irak ile bir kısmı Türkiye ile kalmak istedi. İsim anmak istemem ancak hala günümüzde tanıdığım yazarlar var ve kendileri Osmanlı döneminde yaşamamışlar ancak dedelerinden duyduklarından yola çıkarak hala yazılarında Osmanlı’ya çok büyük özlem  taşıyorlar.” ifadelerini kullandı.

Telafer'in yüzde 100'ünün Türkmenlerden oluştuğunu söyleyen Yusuf, “Musul'da yüzde sekseni Türkmen olan Raşidiye bölgemiz bulunuyor. Türkmenler kraliyet dönemi ile birinci ve ikinci cumhuriyet dönemlerinde otoritelere isyan etmediler. Barışçıldılar ve her hükümetle iyi ilişkileri vardı. Karşıt değillerdi ama talepleri vardı, hayata geçti geçti, geçmedi çatışmaya dönüştürmüyorlardı.” şeklinde açıklamada bulundu.

Osmanlı İmparatorluğu Tarihi Uzmanı Dr. Hişam Suvadi Haşim, “1512’de Sultan I. Selim'in gelişiyle Osmanlı devleti genişlemek için yeni bir strateji izledi. Ordusunu Batı Avrupa'dan Osmanlı İmparatorluğu'nun güneydoğusuna kaydırmaya başladı. Bu durum Osmanlı İmparatorluğu’nu o dönemde mevcut güçlerle mücadele etme zorunda bıraktı. Önce Türkiye'nin güneyindeki yerel güçler, ardından Fars devleti, Safevi devleti ve Levant'taki Memlükler.  Sultan I. Selim, danışmanları ve Şerefhan Bedlisi aracılığıyla Osmanlı'nın genişlemesinin veya Arap topraklarının Osmanlı tarafından kontrol edilmesinin zaruriyetini konuştu.” dedi ve sözlerini şu şekilde sürdürdü:

“Arap devletlerinin veya Arap şehirlerinin bu bölümünü Osmanlı İmparatorluğu'na dahil etmeye karar verdi. Bu tabii ki gerçekleşti. Osmanlı 1514 Ağustos ayındaki Çaldıran Muharebesi'ndeki zaferin ve Mercidabık Savaşı’nda Memlüklüleri yenmesinin ardından Musul vilayeti Osmanlı’nın oldu. Ancak çoğu kaynak, Osmanlı devletinin Musul'u fiilen kontrol altına almasının 1533’te Sultan III. Murad'ın seferi sonrası gerçekleştiğini ileri sürmektedir.”

Osmanlı’nın ticari hareketliliğin artmasında büyük rolü olduğunu belirten Haşim, “Bazı etkenler bu hareketliliğin artmasına yardımcı oldu.  Coğrafi konum önemli bir etkendir ancak aynı zamanda ulaşımın gelişmesi, Musul’un ticari güzergâh olarak kullanılması şehri doğuda en büyük ticari merkezi konumuna yükseltti. Musul geniş bir tarım arazisine sahipti öyle ki tarihçiler Musul’u ‘Osmanlı’nın zengin arka bahçesi’ olarak tanımlar, İstanbul için bir gıda sepeti.” açıklamasında bulundu.

“Türkmenler toplumda önemli bölümü teşkil ediyorlar.” diyen Haşim, sözlerine şu şekilde devam etti:

“Türkmen şehirlerinin bulunduğu alanlar verimli tarım arazileri ve bu topraklara sahiplerdi. Türkmenlerin Musul'daki konumu bir yana, bilim konusuna da büyük önem verirlerdi. Bu nedenle Türkmen bölgelerinde hafızlık ve ilim yolcuları için çok sayıda tekke, sofu menzilleri ve camii görebiliyoruz. Şimdi Musul civarında Türkmen bölgelerine kısa bir göz atarsak, Musul’da kurulan ilk resmi okul Türkmen bölgelerinde açıldı. 20. yüzyılın başında açılan Reşidiye Okulu’nu örnek verebiliriz ve öğrenci sayısı azımsanacak bir oranda değildi üstelik Musul halkının her tabakasına hitap ediyordu. Dolayısıyla Türkmenlerin Musul'daki varlığı bir anda ortaya çıkan bir durum değildir ve şu ana mahsus değildir aksine bu mesele asırlar öncesine dayanıyor.

IKBY Hükümetinden tatil kararı IKBY Hükümetinden tatil kararı

Osmanlının bu bölgelere yerleşmesi ise geniş bir yelpazede hayata geçirdikleri icraatlar yoluyla olmuştur. Söz konusu bölgelere yerleştiler ve bu bölgeler hem iktisadi hem de güzergâh olarak zengin bölgelerdi. Bu da Türkmenlerin şehrin önemli ekonomik kaynaklarının önemli bir kısmını kontrol etmesini sağladı. Bizim bu belgeler doğrultusunda Türkmenlerin Musul'da oynadığı önemli rollere bakmamız gerekiyor, gerek ekonomik gerek kültürel açıdan. Burada öncü ve öğretmen gibi olan bazı isimlere dikkat etmeliyiz. İstanbul'da birçok eğitim kursundan geçip daha sonra geri dönerek Türkmen kasaba, köylerinde ve Musul’daki birçok okulda görevlerini icra etmeye başladı.”

Arkeolog Ahmed Kasım Cuma ise TEBA’ya yaptığı açıklamada, “Osmanlı dönemi Musul medeniyetinde büyük rol oynamıştır. Özellikle cami gibi bir kısmı dini yapı olan binalar, bazıları konaklar gibi konut binalarıdır. Bazıları hamam, çarşı gibi hizmet binaları, bazıları ise savunma binalarıdır. Kara Saray, Osmanlı döneminde inşa edilmedi. Belki de Hicri Dördüncü YY’da inşa edilmiştir.” diye konuştu.

Cuma, “Osmanlılar tarafından konut olarak inşa edilmiş ancak yıkılma endişesi nedeniyle Osmanlı döneminde restore edilmiştir. Kara Saray demek Türkçe’de ‘Siyah Saray’ anlamına gelmektedir. Son restorasyon Hicri 630 yılında yapılmıştır. Atabek Devletinin son bakanlarından Bedreddin Lülü'ydü. Ancak Kara Saray isminin verilmesinin nedeni, çobanların sürülerini otlatmak için bu yeşil alanlara gelmeleri ve de bu kalıntıların olduğu yerlerde mola vererek burada su ısıtıp banyo yapmalarıdır. Su ısıtmak için yaktıkları ateşin dumanından her yer siyah bir alana dönüşürdü. Osmanlı geldiğinde bu saray kalıntısını bu şekilde görünce ona ‘Kara Saray’ adı vermiştir.” ifadelerini kullandı.

Arkeolog Ahmed Kasım Cuma, “Dini ve ideolojik açıdan taraf tutmadan söylenebilir ki İslam, dünyanın doğusunda Emevîler, batısında ise Osmanlılar tarafından yayıldığı kanaatindeyim.” diyerek görüşlerini bildirdi.

Baruthanenin inşasına ilişkin Cuma, “Baruthane, silah ve barut deposu anlamına gelen Türkçe bir kelimedir. Yani, topları ateşlemek için kullanılan top barutu stoğu. Osmanlı dönemi sonlarında Vali Muhammed İnce Bayraktar tarafından inşa edilmiştir.” dedi.