Şüphesiz gurbet bir insanın yaşayabileceği en zor aşamalardan biridir. Peki hangisi daha zor diye hiç düşündük mü?? Ana vatanın gurbet hasreti mi? Ya da aile ve arkadaşların hasreti mi?
((Ya ikisini birlikte yaşadıysak))?!
Ve bu acı verici duygu kadar acımasız bir şey var mı? Ona ait bir toprak, onun toprağına adım bile atamıyor..! Adını taşıyan bir soy sizi görse tanımayabilir!!
Özlem melodileri içinizde çalıyor ve onu yüksek sesle çalmaya cesaret edemiyorsunuz..!
Zaman geçer, ezgiler birikir, mekan aynı kalır... O yüzden bizdeki umut ruhuyla düşündüklerimize dönüyoruz...
Ve sonuç toplumsal bir gurbet duvarına çarpıyoruz ve dünya ile iletişimimizin koptuğunu hissediyoruz... Düşlerimiz, ait olduğumuz ve onsuz yaşayamayacağımız dünyamız olduğu yanılsamasına kapılmıştı..!
Sosyal ilişkilerimizin koşulları altında yaşarken neredeyse aklımızı kaybediyoruz..!
Her şeyde ikilik yaratılıyor bizim için... Bu koşullar bize en yakın kişiler tarafından dayatılabilir!!
Burada ilişkilerimizi ve güzelliklerini besleyen değerlerin ve duyguların derecesi azalır, mesafelerin ve izolasyonun derecesi artar!
Geçmişte en güzel resimleri yapan şeyleri öldürmek için yaratılmış teorilerin kurbanı oluyoruz...
Çağlar boyunca aktarılan yabancılaşmanın detaylarından neredeyse yok olan resimleri... Ta ki her çağda farklı anlamlar taşıyana kadar...
Bir de düşünün, bütün bu acılardan sonra... Bazı insanlar, onlarsız Allah'ın size verdiği nimetler için sizi kıskanıyorlar... Bu hediyeler için ödediğiniz bedeli hiç düşünmeden..!
Her biri ait olduğu kendi dünyasında yaşıyor ve yaradanın onun üzerindeki nimetlerini hissetmiyor...
Ve yabancıysa da bilmediği bilinmez bir dünyada kalır... Belki de zaman gelir ki tabut tüm sorularına kapandıktan sonra onların dünyalarını anlar ve yabancı olduktan sonra sürgün olur..!